Rumelihisarı’nda Bir Ali Baba Vardı – Cezmi Ersöz (1996)

Meltem bize derslerde hep anlatırdı Ali Baba’yı.
Ali Baba, bugün Cezmi Ersöz’ün Son Yüzler adlı kitabında birden karşıma çıkıverdi ve ben de çok duygulandım. Sizinle paylaşayım istedim…
screen-shot-2016-12-08-at-15-19-46
Rumelihisarı’nda Bir Ali Baba Vardı – Cezmi Ersöz (1996)
Hisar’daki kıyı insanları,yaz ve kış, gece ve gündüz alkolün eşliğinde, binbir renk ahenkle akan denizi seyredip, ona binbir yorum getirir… Bir deniz şehrinde, denizi seyredip onu yorumlayan alkol adamları yoksa o şehirde hayat bitmiş, o şehrin kalbine gölge inmiş demektir.

Boğaz’ın birçok iskelesinde olduğu gibi, Hisar İskelesi’nin de yanıbaşında devletten ve sistemden uzak, alkol ve denizle baş başa, koyun koyuna kalmak isteyenler yıllardan beri burada bir karşı hayat örgütlediler.

Karşı hayat örgütlemek kolay değil. Kavga, sabır, incelik ve inat gerektirir. Devlete ve sistem’e sırtını dönüp, sadece içki içerek anılar ve deneyimler biriktirip, denizi yorumlamanın kesintisiz sürebilmesi kuşaklar arasındaki sıkı dostluğa ve dayamşmaya bağlıdır.
Şimdi geri çekilme meysimindeyiz.Kuşaklar arasındaki bağlar gitgide inceliyor, o dipten gelen uyarıcı ses yeni kuşaklara ulaşmıyor, Dayanışma duygularına akşamlar çabucak iniyor.

Önce Hisar’ın iskelesi kaybedildi. Geleneksiz burjuvazi bu kurtarılmış bölgeye sahte ve ruhsuz bir bar kurdu. Şimdi balıkçıların ağ örerken düş gördüğü, alkol yolcularının denizin binbir renginden binbir hikmet yorumladığı o iskele başkalarının eline geçti.

İskele yitirilmişti, ama kıyıda direnen karşı hayat aldığı yaraya rağmen yolculuğuna devam etti. Çünkü onu esirgeyen ve gözeten bir sığınak vardı yanıbaşında. Ali Baba’nın bin yıllık Hisar Kahvesi!

Hisar Kahve’yle kıyı insanları arasında sıcak, yoğun bir kan alışverişi vardır.

Kıyı adamları alkolden, yolculuktan, denizleri ve dalgaları yorumlamaktan yorgun düştüklerinde gelip buraya sığınırlar. Çay, kahve içerler, günlük dünya sohbetlerini yaparlar. Serinlemek isteyen serinler, ısınmak isteyen ısınır. Kimisi oltasını bırakır bir zulaya, kimisi çok özel bir defterini, bir resmini, yastığım belki de …

Hisar Kahve’nin sahibi amacı sadece kar olan, duygusuz bir işletme prensibi değildir. Hisar Kahve’nin sahibi, burası hür dünyanın insanlarına aittir, onlar da benim çocuklarımdır, diyen İstanbul’un ayakta kalan son insan kahveci patronlarından 63 yaşındakı Ali Gökboğa’dır.

İnsan patron ne demektir? Çalıştırdığı yere, maksat sevgi, maksat muhabbet olsun diye, bakandır Çaya, şekere, tüpe zam geldiği halde çocuklarım üzülmesin diye, kahveci dernekleri yeni çay, kahve zamlarını açıkladıktan 7 -8 ay sonra ve ancak çaresiz kaldıktan sonra sattığı çaya, kahveye içi burkularak zam yapandır.

İnsan Patron, halini hatırını sorduğu müşterisi zora girdiğinde ona kefil olandır. Gerektiğinde denizi yorumlayan kıyı insanlarının cebine alkol parası koyandır. Kıyı insanlarının içtiği çayların, kahvelerin parasını elişi defterine çizdiği çiçeklerin arasına yazıp, keyfi yerinde olduğunda da o çok sıfırlı rakamlardan yeni çiçekler, yeni böcekler çizen, ama sen de, dünya malı dünyada kalır, diyendir….

Çocuklarının, müşterilerinin, kıyılardan sokaklardan toplayıp toplayıp getridiği sahipsiz kedilere, köpeklere ocağında ciğer kaynatandır.

İşte, parası olanın hesap ödediği, isteyenin ayağını uzattığı, samimiyetlere göre masaların birleşip ayrıldığı, gerektiğinde motosikletlerin, bisikletlerin, oltaların, defterlerin resimlerin emanet bırakılıdğı, devletin ve sistemin dışında ve o büyük yoksulluklarının erdemiyle ayakta kalan insanların sığındığı, yeni bir hayat kurmak isteyen üniversiteli gençlerin bu karşı hayat hayat insanlarıyla yan yana olduğu, onlardan etkilendiği, tek bir hayat yokmuş, tek bir kurtuluş yokmuş dediği Ali Baba’nın Hisar Kahvesi artık son günlerini yaşıyor…

Hisar Kahve geçtiğimiz günlerde ihaleye çıkarıldı ve 3 milyar yüzotuzmilyona Süt-İş’e kaldı. Ali Baba sermayeye yenildi. Kısa bir süre sonra birkaç emanetini alıp, kahvesini terk edip kızının yanına, Mersin’e gidecek. Ve artık buraya yeni insanlar gelecek. Artık kıyı insanlari üşüyünce, yorulunca, terleyince ya da emanet bırakmak veya bir dünya sohbeti edebilmek için buraya sığınamayacak. Hür dünyanın insanları üniversiteli gençler, aydınlar bu yeni kapitalist işletmede hür olduklarım hissedemeyecek; sokaklardan, kıyılardan topladıkları kedileri, köpekleri doyurmak ve barındırmak için bu yeni yere getiremeyecek.

Yeni yerde zamlar hiç vakit kaybedilmeden konacak. Gün birbirine rakip dakikalara ve kar hesaplarına göre bölünecek. Çay içip bütün gün kitap okuyarak denizi seyredenler hemen fişlenip bir daha içeri alınmayacak.

Kimseye veresiye verilmeyecek. Hesaplar nakit ödenecek ve ödeyenlere kasa fişi verilecek. Hiçbir müşteriye kefil olunmayacak.

Masalar sabit olup, ne birleşecek, ne ayrılacak. Düzen samimiyetlere göre değil, verimlilik esasına göre yürüyecek. Akşamlar Erken olacak.

Peki, iskelelerini ve kendilerini esirgeyen ve kollayan kahvelerini yitiren kıyı adanılan, orada ne kadar direnebilecekler dersiniz? Bu elbette öncelikle kuşaklar arasındaki dostluğa ve dayanışmaya bağlı. Dipten gelen o uyarıcı sesin sürmesine…

Öyleyse bu şehrin kalbine gölge indirmeyelim, kahvelerimize, denizimizi yorumlayan kıyı insanlarımıza ve karşı hayatlarımıza sahip çıkalım.

Bu çok eski bir kavga… Ve henüz tamamen yenilmedik. Kullanmadığımız bilgiler ve sırlar var daha…



Yorum bırakın